14 Eylül 2012 Cuma

Savaşmadan Kazanmak...Ama bazen de savaşmak...


“Savaşmaksızın başkalarının ordularını alt etmek hünerlerin en iyisidir.”  Sun-Tzu
Yüzyıllardır bu yöntem en çok kullanılan ve tercih edilen bir strateji olmuştur. Özellikle Amerika ve İngiltere bu stratejiyi orta doğuda çok kullanır uzun zamandır.
Ülkemiz üzerinde de okyanus ötesinden son birkaç yıldır TSK’ ya bu yöntemle o kadar çok zarar vermişlerdir ki, bunca zararı, savaşa girmiş olsak verdiremezdi adamlar. Hem ordunun en seçkin subaylarının (tabi ki araya bazı aktif olmayanları da serpiştirerek) içeriye alınması ve yükselmesinin önünün kesilmesi hem de Türk Silahlı Kuvvetlerinin halkın gözünde itibarsızlaştırma operasyonunu çok iyi düşünülmüş.
Plan ve programlarını yaparken de kapsamlı bir strateji uygulamışlar. İlk bakışta acemice gibi gözükse de yapılan suçlamalar, aslında derin bir planın ortaya konulduğu açık bir şekilde görünüyor.
Öncelikle hukuk fakültesinde 1.sınıf bir öğrenciye gösterilse gülüp geçeceği delillerle hayatlarını bu ülkenin geleceğine ve ilerlemesine vakfetmiş askeri, akademisyeni, gazeteciyi içeriye attılar. Bu arada teröristleri kapıda karşılayıp, daha sonra serbest bıraktılar. Ama içeriye attıkları insanların suçunu kanıtlamayı bırakın, ne ile suçladıklarını bile söylemediler kendilerine. Bir keresinde Tuncay Özkan Hâkime : “suçum ne?” diye sorar. Hakimde cevap verir: “Sen bilirsin!!”
Neyse stratejinin ilk ayağı neydi. Savaşmadan orduyu alt etmek.
Aslında bu davada yargılananlara sadece askerlerden oluşan orduyu değil, bu ülke için cefakârca çalışan düşünce üreten, hizmet üreten bilim insanlarını, yazarları, gazetecileri de dâhil etmek gerekir.
Ordular alt edildi. Okumayan, düşünmeyen halkımın bir kısmı gazete manşetlerinden yola çıkarak hem savcı oldu hem de hâkim.
Sonra ikinci ayak korku dağları yaratmak şeklinde uygulamaya konuldu. İçeriye atılan askeri, gazetecisi, yazarı, siyasetçisi kendilerine sunulan iddianamelerdeki suçlamaları çürütmelerine rağmen içeriden çıkarılmadı. Hatta halkın oyu ile seçilmiş milletvekilleri bile hala içerde.
Burada yapılan güç gösterisidir. Sindirmedir. Korkutmadır.
Ve çok acı bir gerçek var ki o da 12 Eylül 1980 vahşetinden sonra sıkıyönetim zamanında bile daha demokratik kararlar alınabiliyordu. Fikri Sağlar bir anısında bu konudan şu şekilde bahseder:
“1987 yılında SHP’nin Genel Sekreteriydim. Parti Meclisi Ahmet Türk’ü Mardin’den aday gösterme kararı aldı. Ancak Türk o sırada Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu olarak yargılanıyordu. Yüksek Seçim Kurulu Ahmet Türk’ün aday olmasına mani bir durum olmadığını bildirince, kendisini aday yaptık.”
“Biz aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na teslim ettik, Ahmet Türk ertesi sabah tahliye edildi. Şimdi daha demokratik olduğumuz, normalleştiğimiz söyleniyor. O tarihte hâlâ askeri hâkimiyet vardı, sıkıyönetim sürüyordu. Mahkeme bırakın seçilmiş olmayı aday olmayı bile tahliye için yeterli görmüştü”.
Ara sıra da olsa güç gösterisinde bulunmak ve diğer ülkelere ve toplumlara gözdağı vermek çok bilinen ve de uygulanan stratejilerden biridir. Çünkü kaba kuvvet her zaman etkilidir çoğunluk karşısında.
Siz bakmayın büyük devletlerin insan hakları, demokrasi, barış söylemlerine. Onları büyük yapan ellerinde bulundurdukları yaptırım ve yıkım gücüdür her zaman. Bu bir gerçektir.
II. Dünya Savaşında Amerika Birleşik Devletleri Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası attığı için mi Japon’lar teslim oldu sanıyorsunuz?
Japonlar neredeyse teslim bayrağını çekmişlerdi. Ama A.B.D savaş bitmeden öyle bir şey yapmalıydı ki, bütün dünyaya “Bakın da bundan sonra patron kimmiş görün!!” mesajını vermeliydi. Ve o mesajı verdi de. Ama sonucunda ne oldu? 360.000’den fazla insan öldü. Onbinlercesi sakat kaldı.  
Alman Hükümeti’nin Ulrike Meinhof’u hapishanedeki hücresinde infaz ederken, söyleyeceği intihar etti yalanına kimsenin inanmayacağını bilmiyor muydu?
Yahut yine Amerika Birleşik Devletleri 11 Eylül saldırılarının kendileri tarafından tezgâhlandığının öğrenilmeyeceğini mi düşünüyorlardı?

Büyük devletler bunları yapar. Ve bu yaptıkları ile dünyaya mesaj verirler.
Yani “Ben, istediğimi, istediğim şekilde yaparım. İnsan haklarıymış, barışmış filan dinlemem. Bunların hepsinin üzerinde olan şey benim çıkarlarımdır” mesajıdır bu.
Ve özürde dilemezler.
Gerçi dileseler ne olur ki?
O da bir başka kandırmaca değil mi?
Sen binlerce insanı öldür sonra da özür dile.
Eeee???
Biz de ise dünyaya mesaj verilmez, verilemez.
O büyük devletlerin işidir.
Bizim ülkemizde mesaj sadece halka verilir.
Güçleri belki bir onlara yetiyor ya ondandır!!!
                                                                                                       Ömer TAMDOĞAN



Hiç yorum yok:

Aforizmalarım – Kısa Cümlelerin Uzun Yankıları - I "Hareketsiz duran her şey çürür, kokuşur.  Cevapların harap ülkesinde anlam, ne kada...