İtidal Noktası: Erdemin Sessiz Ekseni
Bu hayatta hep bir denge arayışı içindeyiz. Yaptığımız bu yolculukta tüm çabamız, çoğu zaman o ince çizgiyi bulmak için:
İtidal noktası.
İnsanın iç dünyası bir sarkaç gibi salınır. Bir o uçta bir bu uçta.
İfrat ve tefrit.
İfrat, aşırılık manasındadır. Bir duygunun, bir davranışın veya niteliğin dozunun fazlalığı, yani ölçüsüzlüğüdür.
Tefrit ise kısaca eksiklik demektir. İfratın tam zıt yönü yani. Bir niteliğin yetersizliği ya da zayıflığıdır.
Bir itidal noktası olarak cesaretin aşırısı saldırganlık, eksikliği korkaklık olur.
Benzer şekilde, bir diğer itidal noktası olan cömertlik, ölçüyü kaçırınca savurganlığa; azaltınca cimriliğe dönüşür.
İşte bu iki uç arasında zarif bir çizgi vardır: itidal — erdemin sessiz ekseni.
Aşırılıklar, doğası gereği insanı dengesiz bir hale sokar. İtidal ise tam bu noktada dengeyi yeniden kurma süreci olarak karşımıza çıkar.
Sabit bir hal değildir çünkü yaşamın kendisi sabit değildir. Dolayısıyla itidal, statik bir duruş değil tam aksine dinamik bir dengeleme çabasıdır.
Bir erdemdir.
Aristoteles’in de vurguladığı gibi, iki aşırılık (ifrat ve tefrit) arasında yer alan Altın Orta'da bulunur.
Aşırılıklar, insanı bir süre kendi içinde güçlü ve özgür hissettirse de sonunda tükenmişliğin gelmesi kaçınılmazdır. Çünkü uçlarda yaşamak sürekli olarak bir gerilim halidir ve insan ruhu orada uzun süre kaldığı vakit problemler ortaya çıkar.
Aşırılıklar bedenin nörolojik düzenini de oldukça zorlayan durumlardır.
Sürekli gerilim altında kalan sinapslar, bir süre sonra yeni bağlantı kurma kapasitesini kaybeder. Ayrıca sinaptik esnekliği de köreltirler.
Oysa itidal, nöroplastisitenin (beynin kendini yeniden düzenleme yeteneği) en verimli alanıdır. Çünkü denge hâlinde beyin, hem hareketi hem de sessizliği kaydedebilir. Ne bastırılmış ne de taşkın bir uyarım düzeyi... tam da öğrenmenin, iç görünün ve zarafetin doğduğu eşik.
Uçlarda yaşam, sinir sisteminin alarm hâlidir. Kişi bir süreliğine güçlü, canlı, hatta “uyanık” hisseder; ama bu, sürdürülemez bir farkındalıktır. Çünkü orada bedensel ritim bozulur.
Uçlara gitmek zaman zaman gerekir elbette. İnsan, kendi sınırlarını görmeden dengeyi nasıl öğrenecektir ki?
Ama oralarda yaşamak, kendini yakmaya benzer; ateşi anlamak için ona yaklaşmak ya da biraz dokunmak yeterlidir, içine düşmek değil.
Oysa denge, hareketin içinde sessizce akar. Dans eden beden bunu bilir mesela.
Dengenin sırrı, sabit durmakta değil; her an, küçük ayarlamalarla yeniden kurulmasındadır.
Bu yüzden itidal, durağanlık değil, dinamik bir dengeleme sanatıdır.
Hareketin içindeki dinginliktir, bir iç dengedir.
Bir davranış biçiminden ziyade bir varoluş senkronizasyonudur.
Ömer Tamdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder