31 Ağustos 2012 Cuma

Namertler kimin malını kime veriyorlar???

3 Temmuz 1919 Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Erzurum’a geliyor. Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları, ikindiüstü Ilıca’ya varmışlardı. Kaplıcaların önünde düşman baltasından  kurtulmuş birkaç söğüdün gölgesinde misafirlere birer kahve sunuldu. Sekiz on kişilik bir küçük bir grup kahvelerini içerken günün durumu konuşulmaya başlandı. Mustafa Kemal Paşa, bu birkaç dakikalık görüşmede sözü hep milli hareket etrafında dolaştırıyordu. Bu sırada gözleri Ilıca’nın batısındaki sırtlara ilişti. Sıcak yaz güneşi bu sırtların arkasına doğru çekiliyor ve sırtın üzerini ışıklarla süslüyordu. Burada tam yolun geçtiği yerde bir adam ufka mürtesem (resimlenmiş) düştüğü için çok irileşiyor ve arkasına güneşi aldığı içinde koyu renkli parıltılı bir cevherden dökülmüş bir heykel gibi görünüyordu. Bu güzel ışık ve gölge oyununu ilk gören Mustafa Kemal Paşa olmuş ve yanındakilere göstermişti. Orada bulunanların  hepsi  birden o tarafa baktılar.
Heykel, sırtlardan aşağıya doğru yürüyor, onu ufkun arkasından çıkan yeni heykeller ve Anadolu ovalarının cefakeş kağnıları takip ediyordu. Bu kafilenin ucu sırtları yarı beline yaklaştığı sırada sonu da ufuktan ayrılmış bulunuyordu. Bu beş on kağnı ile kadın, erkek, çoluk, çocuk yirmi otuz kişilik bir muhacir kafilesi idi. Kafilenin önünde yürüyen heykel, yavaş yavaş söğütlüğe doğru ilerledi. Bu iri ve dinç bir ihtiyardı. Gür ve ak sakalı göğsünü doldurmuş; Anadolu ovalarının güneşi, Anadolu dağlarının rüzgarı çehresini tunçlaştırmıştı. Omuzlarına kartal kanat attığı paltosu ve  elindeki asasıyla bir yolcudan ziyade şark mitolojisindeki yarı tanrı kabile reislerine benziyordu.
Misafirlerin ehemmiyetli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri birden parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak oturanları selamladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanı başına geldiği halde heykelliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor: oda gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu.
Bu kısa hoşbeşten sonra, Paşa ihtiyara:
-“Ağa böyle nereden geliyosun?” dedi
İhtiyar:
-“Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova’da idim. Şimdi köyüme dönüyorum”, diye cevap verdi.
Paşa, zamanın nezaketini, halin emniyetsizliğini ileri sürerek böyle bir zamanda buralara dönmesinin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekeceğini anlatmak istedi. Sonunda da:
-“Ağa yoksa oralarda geçinemedin mi?” dedi.
-“Hayır, Paşam, Çukurova cennet gibi yer. Bir eken yüz biçiyor, Allah millete zeval vermesin, bize tarlada verdiler, çayırda… Hamdolsun uşaklarda çalışkandır. Değil Çukurova gibi bir yerden taştan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimim padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki, İstanbul’daki “ırzı kırıklar” bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar?

Tunç çehreli, aksakallı, güngörmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerlerin gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle  beraber çalışmaya gelen bu büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve “Bu milletle neler yapılmaz!” dedikten sonra ihtiyarla vedalaştı.
Bu ihtiyar, Erzurum’un 1319 ve 1322 ihtilallerine adı temiz bir yiğitlikle karışmış olan Mezararkalı Mevlut Ağa idi (1860-1932)
Mustafa Kemal Paşa'nın gözleri önünde, kurtuluşun ilk kıvılcımları Mevlüt Ağa’nın şahsında anıtlaştı. Cevat Dursunoğlu, 14 Nisan 1960 yılında, seçkin davetlilerden oluşan bir topluluğa yaptığı konuşmada, Ilıca ilçesinde Mevlüt Ağa’nın kıvılcım çaktığı Milli Mücadele için şu ifadeleri kullandı: “Yurt ve ülkü hizmetlerine karşılık beklemeyen halk adamlarından birisi olan Mevlüt Ağa’nın, o günlerde Türk Milleti’nin azmini en kesin şekli ile anlatan bu güzel sözlerini, ömrüm vefa ettikçe unutmayacağım.”



Aforizmalarım – Kısa Cümlelerin Uzun Yankıları - I "Hareketsiz duran her şey çürür, kokuşur.  Cevapların harap ülkesinde anlam, ne kada...