3 Temmuz 1919 Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa
Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Erzurum’a geliyor. Mustafa Kemal Paşa ile
arkadaşları, ikindiüstü Ilıca’ya varmışlardı. Kaplıcaların önünde düşman
baltasından kurtulmuş birkaç söğüdün gölgesinde misafirlere birer kahve
sunuldu. Sekiz on kişilik bir küçük bir grup kahvelerini içerken günün durumu
konuşulmaya başlandı. Mustafa Kemal Paşa, bu birkaç dakikalık görüşmede sözü
hep milli hareket etrafında dolaştırıyordu. Bu sırada gözleri Ilıca’nın
batısındaki sırtlara ilişti. Sıcak yaz güneşi bu sırtların arkasına doğru
çekiliyor ve sırtın üzerini ışıklarla süslüyordu. Burada tam yolun geçtiği
yerde bir adam ufka mürtesem (resimlenmiş) düştüğü için çok irileşiyor ve
arkasına güneşi aldığı içinde koyu renkli parıltılı bir cevherden dökülmüş bir
heykel gibi görünüyordu. Bu güzel ışık ve gölge oyununu ilk gören Mustafa Kemal
Paşa olmuş ve yanındakilere göstermişti. Orada bulunanların hepsi
birden o tarafa baktılar.
Heykel, sırtlardan aşağıya doğru yürüyor, onu ufkun
arkasından çıkan yeni heykeller ve Anadolu ovalarının cefakeş kağnıları takip
ediyordu. Bu kafilenin ucu sırtları yarı beline yaklaştığı sırada sonu da
ufuktan ayrılmış bulunuyordu. Bu beş on kağnı ile kadın, erkek, çoluk, çocuk
yirmi otuz kişilik bir muhacir kafilesi idi. Kafilenin önünde yürüyen heykel,
yavaş yavaş söğütlüğe doğru ilerledi. Bu iri ve dinç bir ihtiyardı. Gür ve ak
sakalı göğsünü doldurmuş; Anadolu ovalarının güneşi, Anadolu dağlarının rüzgarı
çehresini tunçlaştırmıştı. Omuzlarına kartal kanat attığı paltosu ve
elindeki asasıyla bir yolcudan ziyade şark mitolojisindeki yarı tanrı kabile
reislerine benziyordu.
Misafirlerin ehemmiyetli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın
zeki gözleri birden parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün
üstüne koyarak oturanları selamladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanı başına geldiği
halde heykelliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor: oda
gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu.
Bu kısa hoşbeşten sonra, Paşa ihtiyara:
-“Ağa böyle nereden geliyosun?” dedi
İhtiyar:
-“Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova’da idim.
Şimdi köyüme dönüyorum”, diye cevap verdi.
Paşa, zamanın nezaketini, halin emniyetsizliğini ileri
sürerek böyle bir zamanda buralara dönmesinin pek yerinde olmadığını, kışın
sıkıntı çekeceğini anlatmak istedi. Sonunda da:
-“Ağa yoksa oralarda geçinemedin mi?” dedi.
-“Hayır, Paşam, Çukurova cennet gibi yer. Bir eken yüz
biçiyor, Allah millete zeval vermesin, bize tarlada verdiler, çayırda…
Hamdolsun uşaklarda çalışkandır. Değil Çukurova gibi bir yerden taştan bile
ekmeklerini çıkarırlar. Geçimim padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız
son günlerde işittim ki, İstanbul’daki “ırzı kırıklar” bizim Erzurum’u
Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime
veriyorlar?
Tunç çehreli, aksakallı, güngörmüş ihtiyarın iman dolu
göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerlerin
gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle
beraber çalışmaya gelen bu büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına
döndü ve “Bu milletle neler yapılmaz!” dedikten sonra ihtiyarla vedalaştı.
Bu ihtiyar, Erzurum’un 1319 ve 1322 ihtilallerine adı temiz
bir yiğitlikle karışmış olan Mezararkalı Mevlut Ağa idi (1860-1932)
Mustafa Kemal Paşa'nın gözleri önünde, kurtuluşun ilk
kıvılcımları Mevlüt Ağa’nın şahsında anıtlaştı. Cevat Dursunoğlu, 14 Nisan 1960
yılında, seçkin davetlilerden oluşan bir topluluğa yaptığı konuşmada, Ilıca
ilçesinde Mevlüt Ağa’nın kıvılcım çaktığı Milli Mücadele için şu ifadeleri
kullandı: “Yurt ve ülkü hizmetlerine karşılık beklemeyen halk adamlarından
birisi olan Mevlüt Ağa’nın, o günlerde Türk Milleti’nin azmini en kesin şekli
ile anlatan bu güzel sözlerini, ömrüm vefa ettikçe unutmayacağım.”
