26 Kasım 2012 Pazartesi

TSK Üzerine Oynanan Oyunların En Tehlikelisi...



Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Bürosu tarafından Taksim’de bir Hotel’de düzenlenen konferans dizisinin ilk gününde, ana başlık “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Sivillerle İlişkisinin Demokratikleşmesi”ydi.
Açılış konuşmasını yapan, derneğin Türkiye Bürosu temsilcisi Ulrike Dufner, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne göndermeyle, demokratikleşme önünde engel olan “kayanın kaldırılmasının” önemi üzerine tartışılacağını söyledikten sonra, Almanya’da Alman askerleri üzerine yaşanan güncel tartışmalardan örnekler verdi.
 Dufner’e göre, Afganistan’da ölen Alman askerleri şehit kabul edilemezdi. Ayrıca, Hitler’e suikast düzenlenen günün her yıl dönümünde, Alman askerine yemin ettirilmesinin bir anlamı vardı, bu da, asker olunsa bile her askerin kendi vicdanına karşı sorumlu olacağının hatırlatılmasıydı.” Ve sonra da asıl niyetini belirten açıklamayı yaptı.
Dufner, açılış konuşmasının sonunda, Kürt bölgelerinde ölen Türk askerleri için de “gereksiz yere tahammül etmesinler, hayatlarını tehlikeye atmanın manası üzerine düşünsünler” diyerek, Almanya’da da Türkiye’de de asker ölümlerine ulusal anlam yüklenmeye ve halk tepkisi oluşturulmaya çalışıldığını, sivil kontrol için, siyaset alanından askeri sembollerin temizlenmesi gerektiğini belirtti.”
(http://www.ilkehaber.com/yazdir/haber/turk-ordusu-icin-gercegin-saati-caldi...-4715.htm)

Görüldüğü üzere işlenen konu hiç de silahlı kuvvetlerin sivillerle ilişkisinin demokratikleşmesi değil, tam aksine ordunun savaş psikolojisini olumsuz yönde etkileme üzerine.
Artık günümüzde, toplumların daha iyi kontrol edilebilmesi için milliyetçilik bağının zayıflatılması ve bununla beraber vatandaş-asker kavramının yaratılması üzerine yoğun çaba sarfediliyor.
Hiç unutmam Rambo serisinin ilk filminde dağda bir mağaraya sığınan baş karakterin etrafını Amerikan ordusunun askerleri sarar. Başlarındaki komutan, bir askere “Yanına arkadaşını al ve arkadan dolaşarak mağaraya girin” der.
Er de cevap verir : “Boşversene. Asla oraya gitmem!!!”.
Bu sefer diğer askere emir verir : “Hemen mağaraya git ve içeri gir”
O da şöyle cevap verir: “Ben oraya girmem. Zaten yarı zamanlı çalışıyorum. Ölmek istemem!!!” Evet, anlaşıldığı üzere modern sistemin görmek istediği asker tipi.
Alman derneğinin temsilcisinin de söylediği gibi, gereksiz yere (ne demekse!!) tahammül etmeyen, hayatlarını tehlikeye atmanın manası üzerinde düşünen asker şekli.
Yaşamın gerçekleri bu yönde değil maalesef.
Tarihe baktığımızda insan nefsinin ne hallere düştüğünü açık seçik görebiliriz. Çok uzaklara gitmeyin. Daha 100 sene evvelinden bugüne gelin, yapılan savaşları, kıyımları, katliamları bir gözünüzün önüne getirin. Ve bunların nedenlerini bir araştırın ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.
Bu dünyada ezelden ebede bir kural vardır. Güçlüysen ezemezler. Eğer değilsen ezerler. Bu kadar basittir.
Bunu anlamak için zeki olmaya gerek yoktur.
Ama anlamamak için insanın gerizekalı olması gerekir.
Bu kuralı salt devletler platformunda anlamayın. Kişisel boyutta bile bu böyledir. Kimi zaman dolaylı olur bu durum, kimi zaman dolaysız.
Eğer sizin topraklarınız da kıymetli kaynaklar varsa, coğrafyanız stratejik öneme sahipse ve de insan gücünüz kayda değer bir seviyedeyse düşmanınız tahmin edemeyeceğiniz kadar çok olur. En yakınınızdan başlar, onbinlerce kilometre öteye bile gider sıranın kuyruğu.
Güçlü ve kuvvetli olmak gerekir.
Yaptırım ve de caydırıcı gücünüzün olması gerekir. Yoksa size nefes alma şansı tanımazlar.
Peki, güçlü ve kuvvetli olmak için öncelikle neye ihtiyacınız var?
Tabi ki sağlam, morali yüksek bir orduya.
Vücudunuzdan örnek vermek gerekirse, sadece bütün organlarınızın tam olması uzun yaşamanızı sağlamaz. Eğer savunma mekanizmanız iflas etmişse, nezle mikrobu bile sizi hemen öldürebilir. Ordunuzun kuvvetli olması size yaşama şansı verir bulunduğunuz coğrafyada. Ordunuz ne kadar güçlü ve kuvvetliyse o kadar rahat, güvende ve huzurlu yaşarsınız.
Peki ordunun güçlü ve de kuvvetli olmasından ne anlamalıyız?
Tabi ki teknolojik olarak çağa uyum sağlamış ve de savaşçıları çok olan bir ordu. Teknolojinin gücü yadsınamaz elbette ama bir şeyi asla unutmamak gerekir, o da teknolojinin bile bir yere kadar etkili olduğudur. Eni nihayetinde yine insan faktörü ciddi manada belirleyici unsurdur.
Kurtuluş savaşımıza, Vietnam savaşına, Afganistan’a ya da Irak cehennemlerine baktığınızda bunu net olarak görebilirsiniz.
Ordu, içerisinde ne kadar çok savaşçı ve savaş sanatçısı barındırıyorsa (tabi ki teknolojik gelişmelere uyumunu göz ardı etmeden) o kadar tehlikelidir.
Tehlikeli bir ordu ise düşmanlarına korku salar. Ve o saldığı korku, kendi vatandaşlarının daha güvenli olmasını sağlar.
(Hemen ufak bir açıklama getireyim bu son cümleme. I. Ve II. Dünya savaşında birbirlerini gırtlaklayan demokrasinin beşiği bazı AB ülkelerinin şu an birlik oluşturmuş olmaları ve birbirlerinin boğazına sarılmıyor olmaları, onların insan hakları ya da demokrasiye olan inanç ya da bağlılıkları ile alakalı değil, birinin diğerinin tam zaafını yakalayamamış olmasından ya da karşısındakinde de hayati öneme haiz bir unsurun olmayışındandır. Bunlar insan haklarına ve hayatına gerçekten değer veriyor olsalardı, Avrupa’nın göbeğinde tam gözlerinin önünde Bosnalılara yapılan soykırıma izin hatta madalya vermezler, Irak’da 2 milyon insanın katledilmesine ya da İsrail’in çoluk çocuk bebek demeden yaptığı katliamlara göz yummazlardı.)
Biz gene konumuza dönelim.
Savaş sanatçıları ve savaşçılar olarak bir ayırım yaptım. Savaşçıların üzerinde olan kişiler savaş sanatçılarıdır.
Bunlar savaşçı insanlar olup, aynı zamanda o tecrübeden sonra ciddi bir birikime sahip olmuş üst düzey komutanlardır.
Çok iyi birer strateji ustalarıdır.
Yetişmeleri çok uzun yıllar alır. (Bizim ülkemizde ise harcanmaları sadece bir dijital belgeye bakıyor…)
Savaşçılar özel insanlardır. Seçilmişlerdir ve çok değerli insanlardır. Çünkü bir savaş ya da çatışma durumunda, en ön cephede onlar yer alır.
Onların işi ve de hayatı budur.
Bunun için eğitilirler.
Ve de hayatlarını göz kırpmadan feda ederler.
Bu yüzden yaşadıkları toplumun canı, malı, namusu, şerefi onlara emanettir.
Onlar da bu emanete canları pahasına sahip çıkarlar.
Ve bu insanların yetiştirilmesi çok meşakkatlidir. Oldukça zor ve acı tecrübelerle eğitimlerini sürdürürler. Ve çekilen inanılmaz zor süreç, o kişilerin vatana ve millete bağlılığı ile ancak dayanılabilir.
Yoksa verilen maaşla insanlara bu işi yaptıramazsınız.
Er ve erat ise savaşçıların yanında savaşma yeteneği daha kısıtlı ama Rambo filmindeki sahnede ve Alman derneğinin temsilcisinin belirttiği gibi gereksiz yere canlarını feda etmekten kaçınan ve hayatlarını tehlikeye atmanın manası üzerinde düşünen değil, aldığı emri sorgulamadan yerine getiren kişilerdir.
Yoksa o ordu savaşamaz.
Hayatın ve doğanın gerçeği budur.
Çanakkale savaşlarında siperler neredeyse 8 metreye kadar birbirine yaklaşmıştı. Ve şehit olan askerin yerine geriden gelen asker geçerken 3-4 dakika sonra öleceğini biliyordu.
Bunu bir an tahayyül edebilir misiniz?
Kapatın gözlerinizi ve bunun nasıl bir ruh haliyle yapılabileceğini hayal edin.
O asker bunu sorgulasaydı ne olurdu dersiniz?
Frederick J. Lovret, “Şiddet zamanları yalnızca şiddet adamları tarafından ortadan kaldırılabilir. Savaşlar iyi insanlarla değil, tehlikeli insanlarla kazanılır” der.
Bu gerçektir ve de doğrudur.
Ve şöyle devam eder: “Eğer bir insana toplumun bir parçası olduğunu anlatırsanız tehlike altında o kişi toplum tarafından korunmak isteyecektir. Bu savaşçının Yol’u değildir. Savaşçının görevi toplumu korumaktır, toplum tarafından korunmak değildir. Askerler toplumdan mümkün olduğunca yalıtılmalıdır. Bu durum, toplumun değil ordunun ahlak kavramlarıyla yaşamalarını (ve ölmelerini) sağlar.İnsanın bir kurallar gurubuyla yaşamasını ve başka kurallar gurubuyla ölmesini beklemek hem insanlık dışıdır hem de gerçekçilikten uzaktır.”
Bu sözler size biraz sert gelmiş olabilir.
Ama eğer ille de bir yargıda bulunacaksanız, askerlerin yetiştirilme tarzlarını değil, savaşları çıkartan politikacıların hırslarını ve kana olan isteklerini yargılayın.
Savaş görmüş hiçbir komutan savaşı tercih etmez.
Atatürk’ün hayatının önemli bir kısmı cephelerde ya da savaş yıllarında geçti. Ve şu sözü hangi politikacı gönülden söyleyebilir:
"Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir".
Velhasıl kelam, TSK üzerine oynanan oyunların en tehlikelisi askerin savaşma ve caydırma gücünün zayıflatılmasıdır.
Çünkü en modern silahlara da sahip olsanız, onu insan kullanacaktır nihayetinde. İnsan hakları üzerinden vurmaya çalışan sözde dostlar (!!!) kendilerine yandaş bulmakta hiç de zorlanmıyorlar ve de askerin savaşma ve caydırma gücünü iyice zayıflatıp, ülkemizi tamamen savunmasız bırakmak için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar.
Savaş insanlık dışıdır.
Hatta büyük önder Atatürk’ün dediği gibi zorunluluk harici yapılmışsa cinayettir.
Ama bir şeyi de unutmamak gerekir.
Savaşlar hep olacaktır.
Hatta “özgürlük, insan hakları, demokrasi” gibi kavramları ağızlarından düşürmeyen liderlere dikkatli bakın.
Savaşları çıkartanlar hep onlar olacaktır.                                                                      
                                                                      Ömer TAMDOĞAN

Aforizmalarım – Kısa Cümlelerin Uzun Yankıları - I "Hareketsiz duran her şey çürür, kokuşur.  Cevapların harap ülkesinde anlam, ne kada...