3 Aralık 2014 Çarşamba

Güneş Yontusu... Umutlar...


Çok sevdiğim bir kitap olan –hatta oyununu da yıllar önce seyrettiğim- Can Ateşinde Kanatlar’ı kaç kere okudum sayısını bilmem. Başucu kitabımdır. Hani başınız ağrır da bazen dayanamaz bir ağrı kesici alırsınız. Ben her canım sıkıldığında bu kitabı daha doğrusu bu oyunu okurum. Birçok repliği artık ezbere biliyorum.
Mevlana Celaleddin Rumi, Şems’in boğdurulması ile çıktığı düş(ün)sel bir yolculukta 7 kapıdan geçer.
Her birinde bir gönül dostu ile yani 7 yaran ile.
İlginçtir Ney’de de 7 delik vardır. Aslında bu metaforik anlatım bir Ney’e üflenmesi ile başlar ve biter.
Kimi zaman Ömer Hayyam’dır o gönül dostlarından biri, kimi zaman Yunus Emre. Bir kapıya gelir ki Zerdüşt ile satranç oynamaktadır. Diğerinde Feridüddin Attar’ın eteğine yüz sürer. Hepsinde de aradığı Şems’tir.
Neyse daha geniş anlatmayı isterdim lakin bu yazıyı yazma amacım bu oyundan bir replik paylaşmaktı.
Biraz uzun olacak ama artık dayanabilirseniz.:)
Mevlana Celaleddin bu yolculuk sırasında bir başka gönül dostu olan Yontucu yani taş yontucusunu arar. Çünkü elinde bir güneş yontusu vardır. Hani bilirsiniz şu Hitit Güneşi sembolü var ya. Zerdüşt’ten almıştır onu ve onu yapan ustadan yapma nedenini öğrenmek istemektedir.
Hiç üşenmeden yazıyorum. Şimdi ile çok yakın bağlar kuracağınıza inanıyorum.

YONTUCU: Bunu nasıl buldun?
M.CELALEDİN: Uzun bir hikâye. Anlatmaya ne gücüm, ne de vaktim var. Şunu söyleyeyim ki, Allah beni sırlarla dolu bir yolculuğa çıkardı. Kimi zaman yol oldum, kimi zaman yolcu; kuş oldum, kanatlanıp göğe ağdım, balık oldum derya içre yüzgeç çaldım. Bu, yolculukta eteğime takıldı!
(Veba alayı görünür. Önde elinde bir güneş kursunu çalgı ve asa olarak kullanan ‘yırtıcı yüzlü’ bir büyücü, şaman; ardında kıtlık, zulüm ve yoksulluktan tükenmiş bir grup insan ve vebalı ölüler. Ateşe doğru ilerlerler.)
Bu karanlığın ortasında bu ölüm alayı nedir ey yontucu, neler oluyor ülkende?
YONTUCU: Bereketin, esenliğin, dirliğin hüküm sürdüğü bu ülkede yılgı ve ölüm, talan ve yoksulluk insan tarlalarında tırpan sallıyor. Bu nice zamandır böyle. Kral Arnuvanda Hitit ülkesinde bir kule yapılmasını buyurdu. Bir gözetleme kulesi.
M.CELALEDDİN: Gözetleme kulesi mi? Neyi gözetleyecek ki? Nasıl bir kule bu?
YONTUCU: Tebaası olan Hattuşaş halkını gözetlemek için
M.CELALEDDİN: Gözetleyip ne yapacak ki?
YONTUCU: Korku!... Elbette ki korku!... Hiçbir hükümdar Arnavunda’nın korktuğu kadar halkının öfkesinden korkmadı. Bu korku öylesine sarmıştı ki onu, en yakınında olanlara bile güvenmiyordu. Bir gün akıl almaz bir işe kalkıştı. Halkı bizzat kendim gözetleyeceğim dedi ve baktığında ülkenin her yerini görebileceği yükseklikte bir kule yapılmasını istedi. Bir gözetleme kulesi. İlk zamanlar hiç kimse bir felaketin başladığının farkında bile değildi. Halk seferber edildi. Herkes kulenin yapımında çalışmaya başladı. Zamanla kule yükseldikçe güneşin önünü kapattı. Ülke gitgide karanlığa boğuluyordu. Evler söküldü, tapınaklar söküldü, taşları kulenin yapımında kullanıldı. Hatta mezar taşları bile sökülüp kuleye taşındı. Benim yontularımı bile alıp götürdüler. Oysa o yontularda insanların yarınlara nasıl umutla bakmaları gerektiğini işlemiştim. Bolluk ve aydınlık içinde bir ülkenin insanlarına barış ve dirliğin güzelliğini nasıl korumaları gerektiğini taşları yontarak anlatmaya çalışıyordum.
Bir sabah vakti atölyemi bastılar ve yontularımı kulenin yapımında taş olarak kullanmak için götürdüler. Gücüm yettiğince direndimse de gördüğün gibi, gözlerimle ödedim karşı koymanın bedelini.
Güneşin olmadığı bir ülkede hayat olur mu? Ekinler göğermez oldu. Salgınlar başladı. Vebanın uğramadığı ev kalmadı. Halkın içine kıran girdi. Halk bir gün toplanıp bana geldi. Dediler ki : “Biz kendi ölümcül kulemizi kendi ellerimizle yaptık. Kendi lanetimizi ellerimizle giydik. Bu zulüm, bu dehşet günleri ne kadar daha sürecek bilemiyoruz. Güneşi bile unutmaya başladık. En korkuncu da bu. Eğer kaybettiğimiz şeyin ne olduğunu unutmaya başlarsak, onu yeniden elde etmek için nasıl mücadele edebiliriz? Bize, bu karanlıkta baktıkça, güneşi anımsayabileceğimiz bir güneş yontusu yap. Bu lanetli gözetleme kulesinin ardında kalan güneşimize bir gün kavuşabilmenin umudunu belki böylece içimizde koruyabiliriz.”
İşte bu güneş yontusunun hikâyesi böyle.
M.CELALEDDİN: Peki, neden hala insanlar böyle umarsız? Veba, kıtlık ve ölüm kanat açmış süzülüyor habire?
YONTUCU: En acı olanı da bu. Halkın gözü gitgide karanlığa alışıyor. Bir kez yenilmeye gör, kölelik zinciri zamanla bedeninin bir parçası olur. Bense her gün yeni bir güneş yontusu yapıyorum, sonra da onu götürüp toprağa gömüyorum. Bir gün çocuklarımız, başka insanlar onu bulduğunda kendilerine, “Bu nedir? Kim niçin, ne zaman yaptı? Diye sormalarını istiyorum. Senin sorduğun gibi…



Kendi ölümcül kulelerini elleriyle yapan halk, o güneşe, güneşli günlere kavuşabilmenin umudunu koruyabilmek için yaptırırlar güneş yontusunu yontucuya.
O yontuya tapmak için değil!...
Bu güneş yontusu bazen Che Guevara olarak vücut bulur, bazen Mandela… vs.vs.

Bazen de ATATÜRK…

Bilmem anlatabildim mi???

                                                     Ömer TAMDOĞAN






Aforizmalarım – Kısa Cümlelerin Uzun Yankıları - I "Hareketsiz duran her şey çürür, kokuşur.  Cevapların harap ülkesinde anlam, ne kada...