Çok sevdiğim bir kitap olan –hatta oyununu da yıllar önce
seyrettiğim- Can Ateşinde Kanatlar’ı kaç kere okudum sayısını bilmem. Başucu
kitabımdır. Hani başınız ağrır da bazen dayanamaz bir ağrı kesici alırsınız. Ben
her canım sıkıldığında bu kitabı daha doğrusu bu oyunu okurum. Birçok repliği
artık ezbere biliyorum.
Mevlana Celaleddin Rumi, Şems’in boğdurulması ile
çıktığı düş(ün)sel bir yolculukta 7 kapıdan geçer.
Her birinde bir gönül dostu ile yani 7 yaran ile.
İlginçtir Ney’de de 7 delik vardır. Aslında bu metaforik anlatım bir Ney’e üflenmesi ile başlar ve biter.
Her birinde bir gönül dostu ile yani 7 yaran ile.
İlginçtir Ney’de de 7 delik vardır. Aslında bu metaforik anlatım bir Ney’e üflenmesi ile başlar ve biter.
Kimi zaman Ömer Hayyam’dır o gönül dostlarından biri,
kimi zaman Yunus Emre. Bir kapıya gelir ki Zerdüşt ile satranç oynamaktadır. Diğerinde
Feridüddin Attar’ın eteğine yüz sürer. Hepsinde de aradığı Şems’tir.
Neyse daha geniş anlatmayı isterdim lakin bu yazıyı yazma
amacım bu oyundan bir replik paylaşmaktı.
Biraz uzun olacak ama artık dayanabilirseniz.:)
Mevlana Celaleddin bu yolculuk sırasında bir başka gönül
dostu olan Yontucu yani taş yontucusunu arar. Çünkü elinde bir güneş yontusu
vardır. Hani bilirsiniz şu Hitit Güneşi sembolü var ya. Zerdüşt’ten almıştır onu ve onu yapan ustadan
yapma nedenini öğrenmek istemektedir.
Hiç üşenmeden yazıyorum. Şimdi ile çok yakın bağlar
kuracağınıza inanıyorum.
YONTUCU: Bunu nasıl buldun?
M.CELALEDİN: Uzun bir hikâye. Anlatmaya ne gücüm, ne de
vaktim var. Şunu söyleyeyim ki, Allah beni sırlarla dolu bir yolculuğa çıkardı.
Kimi zaman yol oldum, kimi zaman yolcu; kuş oldum, kanatlanıp göğe ağdım, balık
oldum derya içre yüzgeç çaldım. Bu, yolculukta eteğime takıldı!
(Veba alayı görünür. Önde elinde bir güneş kursunu çalgı
ve asa olarak kullanan ‘yırtıcı yüzlü’ bir büyücü, şaman; ardında kıtlık, zulüm
ve yoksulluktan tükenmiş bir grup insan ve vebalı ölüler. Ateşe doğru
ilerlerler.)
Bu karanlığın ortasında bu ölüm alayı nedir ey yontucu,
neler oluyor ülkende?
YONTUCU: Bereketin, esenliğin, dirliğin hüküm sürdüğü bu
ülkede yılgı ve ölüm, talan ve yoksulluk insan tarlalarında tırpan sallıyor. Bu
nice zamandır böyle. Kral Arnuvanda Hitit ülkesinde bir kule yapılmasını
buyurdu. Bir gözetleme kulesi.
M.CELALEDDİN: Gözetleme kulesi mi? Neyi gözetleyecek ki? Nasıl
bir kule bu?
YONTUCU: Tebaası olan Hattuşaş halkını gözetlemek için
M.CELALEDDİN: Gözetleyip ne yapacak ki?
YONTUCU: Korku!... Elbette ki korku!... Hiçbir hükümdar Arnavunda’nın
korktuğu kadar halkının öfkesinden korkmadı. Bu korku öylesine sarmıştı ki onu,
en yakınında olanlara bile güvenmiyordu. Bir gün akıl almaz bir işe kalkıştı. Halkı
bizzat kendim gözetleyeceğim dedi ve baktığında ülkenin her yerini görebileceği
yükseklikte bir kule yapılmasını istedi. Bir gözetleme kulesi. İlk zamanlar hiç
kimse bir felaketin başladığının farkında bile değildi. Halk seferber edildi. Herkes
kulenin yapımında çalışmaya başladı. Zamanla kule yükseldikçe güneşin önünü
kapattı. Ülke gitgide karanlığa boğuluyordu. Evler söküldü, tapınaklar söküldü,
taşları kulenin yapımında kullanıldı. Hatta mezar taşları bile sökülüp kuleye
taşındı. Benim yontularımı bile alıp götürdüler. Oysa o yontularda insanların
yarınlara nasıl umutla bakmaları gerektiğini işlemiştim. Bolluk ve aydınlık
içinde bir ülkenin insanlarına barış ve dirliğin güzelliğini nasıl korumaları
gerektiğini taşları yontarak anlatmaya çalışıyordum.
Bir sabah vakti atölyemi bastılar ve yontularımı kulenin
yapımında taş olarak kullanmak için götürdüler. Gücüm yettiğince direndimse de
gördüğün gibi, gözlerimle ödedim karşı koymanın bedelini.
Güneşin olmadığı bir ülkede hayat olur mu? Ekinler göğermez
oldu. Salgınlar başladı. Vebanın uğramadığı ev kalmadı. Halkın içine kıran
girdi. Halk bir gün toplanıp bana geldi. Dediler ki : “Biz kendi ölümcül
kulemizi kendi ellerimizle yaptık. Kendi lanetimizi ellerimizle giydik. Bu zulüm,
bu dehşet günleri ne kadar daha sürecek bilemiyoruz. Güneşi bile unutmaya
başladık. En korkuncu da bu. Eğer kaybettiğimiz şeyin ne olduğunu unutmaya
başlarsak, onu yeniden elde etmek için nasıl mücadele edebiliriz? Bize, bu
karanlıkta baktıkça, güneşi anımsayabileceğimiz bir güneş yontusu yap. Bu lanetli
gözetleme kulesinin ardında kalan güneşimize bir gün kavuşabilmenin umudunu belki
böylece içimizde koruyabiliriz.”
İşte bu güneş yontusunun hikâyesi böyle.
M.CELALEDDİN: Peki, neden hala insanlar böyle umarsız?
Veba, kıtlık ve ölüm kanat açmış süzülüyor habire?
YONTUCU: En acı olanı da bu. Halkın gözü gitgide
karanlığa alışıyor. Bir kez yenilmeye gör, kölelik zinciri zamanla bedeninin
bir parçası olur. Bense her gün yeni bir güneş yontusu yapıyorum, sonra da onu
götürüp toprağa gömüyorum. Bir gün çocuklarımız, başka insanlar onu bulduğunda
kendilerine, “Bu nedir? Kim niçin, ne zaman yaptı? Diye sormalarını istiyorum. Senin
sorduğun gibi…
Kendi ölümcül kulelerini elleriyle yapan halk, o güneşe, güneşli günlere kavuşabilmenin umudunu
koruyabilmek için yaptırırlar güneş yontusunu yontucuya.
O yontuya tapmak için değil!...
O yontuya tapmak için değil!...
Bu güneş yontusu bazen Che Guevara olarak vücut bulur,
bazen Mandela… vs.vs.
Bazen de ATATÜRK…
Bilmem anlatabildim mi???
Ömer TAMDOĞAN

