Beni
sevmeniz için bir sebep yok; herhangi bir dine inanmıyorum mesela.
Hiçbir
türbeye, hiçbir mezara, hiçbir anıta gitmedim ve gitmeyeceğim ömrüm boyunca.
Bayraklar,
devletler ve sınırlar da umurumda değil; herhangi bir ırka, milliyete ait
hissetmiyorum kendimi.
Benden
nefret edebilirsiniz, hakkınızdır!
Bir çok
kez soruşturma geçirmiş bir kadınım ben; geçirdiğim soruşturmalar yüzünden bir
çok kez ev değiştirmiş, iş değiştirmiş, hatta şehir değiştirmiş bir kadınım…
Gittiğim
hiçbir şehirde tutunamadım; girdiğim hiçbir işte uzun süre kalamadım ve
tuttuğum hiçbir evde kira kontratım yenilenmedi.
Can evi
herkese açık bir kadınım ben; ne oluyor böyle olunca biliyor musunuz? Evime
evsiz barksız çocuklar da geliyor, şiddet görmüş, tecavüz edilmiş kadınlar da
misafir oluyor…
Polis
tarafından aranan devrimciler, erkek çocuk doğurmadı diye dışlanmış gencecik
dindar kızlar, yurt çıkmamış Atatürkçü üniversite öğrencileri… Ben kimseye
kıyamıyorum ki…
Sekreterlik
yaptığım da oldu, barda çalıştığım da. Tıp okumayı çok isterdim; ebelik
bölümünü bitirdim yıllar önce. İlk görev yerim Hakkari'ydi. Ben çok sevdim
Hakkariyi, Hakkarilileri… Size uzak olan her şehri, size uzak olan her halkı,
ötekileştirdiğiniz her canı çok sevdim zaten… Belki birkaç dakika önce
yetişebilsem sağlıklı doğacak bir bebe, ölü doğdu Hakkari`de… Elimden geleni
yaptım inanın; aylardan şubattı, terliklerimle fırladım evden, üzerimde yün
içliğim ve geceliğim vardı, mantomu bile alamamıştım. Ama o bebe ölü
doğdu…İkinci görev yerim Yozgattı ve ne yapsam, ne etsem ölü doğan bir bebe
daha; işte o gün bıraktım ebeliği ben…
Evlenmedim
ve evlenmeyi düşünmüyorum. Evimi açık tuttum herkese. Yatağımda yatırdığım
evsiz bir çocuk, bu kadar iyi olmamamı öğütledi bana. Mahkemeye çıksa mahpusa
girecek bir devrimci genç, beni bilinçlendirmek istedi devrimci söylemlerle.
Ailesi tarafından dışlanan dindar bir kız, namaz kılmamı telkin ederken,
Atatürkçü öğrenciler, Atatürk milliyetçiliği üzerine bilgilendirdiler beni…
Onlar konuşurken, onlar anlatırken aklımdan geçen tek bir şey vardı; her birini
içime içime bastırmak…
Ben,
bana misafir olan her canı çok sevdim. Sevgilim olmadı hiç. Bir adam vardı
yalnız; aynı mahalledeydik şehirlerden birinde. Komşuluk yapardık, kahve içmeye
gelip giderdik birbirimize. İkimizin de fal becerisi yoktu, ama fal bakardık
her seferinde ve çok güzeldik biz ikimiz… Ona dedim ki bir gün, “ilk kez sen
beni yadırgamadın, sen ilksin” dedim… “Canım benim” dedi usulca.
Biber dolması
sevmediğini biliyordum onun. Bir gün biber dolması yaptım ve davet ettim o
adamı evime. Benim çikolata sevdiğimi biliyordu ve bitter çikolata getirmişti
bana… Sofraya oturduk; biber dolmasını koydum tabağına ve ne ses etti, ne de suratını
astı. Çocukluktu yaptığım, farkındayım, ama o sakinliğini, o inceliğini
duyumsamak çok güzeldi.
Hayat başka şehirlere savurdu beni; iyiydi be o adam,
onun da can evi açıktı herkese. Bana aldığı bitter çikolatayı yemedim;
saklayacağım ölene dek…
Bazen
illegal örgüt mensuplarına yardım ve yataklıkla suçlandım, bazen barınma sorunu
yaşayan erkek öğrencileri misafir ettiğim için evim randevu evi gibi
gösterildi. Komşularım ahlâksız olmakla itham ettiler beni ve özellikle kadın
komşularım sözlü ve fiili olarak erkeklerden daha beter kınadılar beni…
Vicdanlı
olunca ahlâksız olunuyor zaten bizim ellerde; o saçma sapan değer yargılarından
özgürleşince namussuz olunuyor, ölü doğurduğum Hakkari'deki Kürt bebeyle,
Yozgat'taki Türk bebenin yasını aynı derinlikte tutunca bölücü olunuyor…Ama ben
biliyorum ki, kısacık ebelik geçmişimde, Kürt ve Türk ellerinde doğurduğum
bebeler kardeş olacaklar bir gün…
“Evine
herkesi alırsan ayıplanırsın elbette” diye düşüneceksiniz. Ben, aile nedir
bilmedim ki çocukken. O evden bu eve, o şehirden bu şehre gönderildim.
Parçalanmış aile sendromuna falan hiç girmeyeyim şimdi! Daha çocukken karar
vermiştim; “büyüdüğümde kimseyi dışlamayacağım, kimseyi dışarıda
bırakmayacağım” demiştim. İnsanın, çocukken kendisine verdiği sözü, büyüdüğünde
tutuyor olması ayrı bir haz bana; bunu da siz anlamazsınız işte…
Beni
sevmeniz için bir sebep yok; kutsal kitabınızı okumadım, ama çocukluktaki resim
defterlerimi saklarım hep.
İnsanın
hayvandan daha üstün olduğunu savunmuyorum ve böyle bir üstünlük de yok zaten!
Vatanı
vatan yapanın, evi herkese açık olan insanlar, tafralarına hayran olduğum
kediler, akışını gözlerim dolarak seyrettiğim dereler olduğuna eminim.
Benden
nefret edebilirsiniz, hakkınızdır!
Delilik
benimkisi biliyorum; bir deli kadınım ben hepinizi çok seven. Şimdi
hatıralarımı yazmaya başlayabilirim biber dolması ikram ettiğim o adamın bana
verdiği mor kurdeleli deftere; o defter ki, bir deli kadının hatıra defteridir…
Ergür
Altan

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder