Akvaryumdaki balıkların sahili neresidir?
Ya bizim sahilimiz neresi?
Bir uyanış mı?
Ölüm sonrası mı?
Bir anlam arayışı mı?
Fark etmekle birlikte ne değişir?
Farkındalık, bilgiyi değil, anlam sorusunu doğurur. Ve o soru insanı dönüştürmeye başlar.
Rutinden çıkamayan kişi için zaman sadece takvimdir, mekan ise konumdan ibaret.
Farkındalığı oluşmuş kişi yaşamın içini sorularla doldurmaya çalışır.
"Ben kimim?" "Bu yaptığım neden önemli?" "Ölüm ne demek?" "Nereden geldik ve nereye gidiyoruz?" "Bu yaşamın bir anlamı var mı?"
Farkındalık, varlığı fark etmek değil;
varoluşu anlamlandırmakla başlayan bir dönüşümdür.
Ve bu süreç içerisinde yaşam, sadece yaşanacak değil, yorumlanacak bir hale dönüşür.
Rutin yerini niyete bırakır.
Tüketim, üretime…
Aidiyet, bireyselliğe ya da derin bağlara.
Deryayı fark eden balık için su artık sadece su değildir.
Akıntı onu taşıyan bir araç olmaktan çıkarak ona yoldaş olur
ve yolu sorgulamaya başlar.
Neden yol aldığını da.
Yüzmek artık bir dürtü değil, bir seçim olur.
Bu seçim büyük bir yalnızlık getirir peşi sıra.
Bir kısmı anlatmaya çalışır olan biteni.
Bir kısmıysa sessizliğe gömülür.
Ama hepsi içten içe bilir ki bilmek ayrıştırır.
"Su var" der biri.
Diğerleri güler: "Ne saçmalıyorsun?
Su ne zaman yoktu ki?"
Deryayı fark eden balık ya deli ya bilge olur.
Yani ya kaybetmiştir ya terk etmiştir.
Çünkü var olmakla yaşamak arasındaki farkı sezmiştir ve bunun hakkını vermek ister.
Oysa o, artık içine doğru yüzmektedir.
Yolculuğunun yönü, mekânı, amacı değişmiştir bütünüyle.
Kafeste bile olsa, kafesin varlığını bilmek, zincirleri anlamlı kılar.
Deryayı fark eden balık içinse, artık ne su, ne cam, ne de yüzüş eskisi gibidir.
Ne o suya aittir artık,
ne de o akvaryuma.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder