Tanrılar Mezarlığında Bir Göçebe Mezarcı - I
Yağmurlu bir sabah ve yeni bir günle yeni bir mezar açılacak Tanrılar Mezarlığında. Her mezar açılacağı gün yağmur yağar bu mezarlıkta. Gömülecek olan Tanrı’nın arkasından gökler mi ağlıyordur ya da o Tanrı’nın ardında bıraktığı yıkıntının bedeli midir bilinmez.
Mezar taşlarında sadece Tanrı yazmaktadır. Ve yeşil ağaçlarla çevrili bu mezarlıkta bütün mezarların üzeri kuru toprakla örtülüdür. Hiçbir yağmur damlası değmez o toprağa. Üzerinde hiçbir şey yeşillenmesin ister sanki bir güç.
Rüzgar delice estiğinde bile ağaç dallarından çıt çıkmaz. Belki de üzerlerinde hiçbir kuş, börtü böcek olmadığından ağaçlar bile lal kesilmiştir, ziyaretçisi olmayan bu mezarlıkta.
Omuzlarında binlerce yılın yüküyle yürüyor göçebe mezarcı. Ellerinde ne kazma var ne kürek. Çünkü inşa ettiği Tanrı’yı kazma ve kürekle değil, onu yoğurduğu elleriyle, ararken kanattığı tırnaklarıyla eşeleyerek gömmek istiyor. Bir nevi sadakat aslında bu. Zaten kolay mı binlerce yılın yükünden bir anda kurtulmak.
Geçmiş direnir, tırnaklar acır, toprak hemen açmaz koynunu. Ama göçebe mezarcı bilir. Böyle mezarlar kazma ve kürekle değil acıyla, zamanla, yasla açılır.
Tanrılar Mezarlığında Sessizlik
Ne bir dua vardır ne de göğe uzanmış eller. Bir boşluk hissi, derin sessizlik içinde. Her ne kadar kendi elleriyle gömmüş olsa da yankısı binlerce yıl geriden geliyordur. Hangi toprak, hangi derinlik engelleyebilir ki bunu? Bir süre daha kaldı orada göçebe mezarcı. Baka kaldı toprak dolmuş tırnaklarına. O’na ait hiçbir şey kalsın istemiyordu üstünde. Ve dua yerine ellerini göğe kaldırdı yağmura doğru. Dışarıdan dua gibi görünüyordu elbet ama o sadece arınmak istiyordu. Ve yıkadı ellerini sadece toprağı değil belleğini de arındırmak istercesine.
Geride onca mezar bırakmış olmanın verdiği yorgun bir hafiflik, içindeki o boşluk hissinin üzerini zemheri ayında toprağın üzerini saran kar gibi kapladı ve kafasını kaldırarak ileriye doğru yeni bir göçün ilk nefesini ciğerlerinde hissetti.
Yeni Toprağa Göç
Hâlâ binlerce yılın yüküyle yol almaktadır göçebe mezarcı.
Doğduğundan beri, ait olduğu coğrafyanın kaderini taşır sırtında.
Yalnızca biraz hafiflemiştir yükü — o da geçici.
Çünkü göçtüğü her toprak, yeni yükler sunar insana.
Bu dünyada öyle bir yer yoktur ki, geçmişin yankısı düşmemiş olsun üzerine.
Ama bilir bunu göçebe mezarcı.
Bu yüzden dikkatli yürür, nazikçe basar toprağa her adımını.
Çünkü her adım, yeni bir soruyu tohuma döndürebilir
ve belki de yeri geldiğinde gömdüğü bir Tanrı’ya.
Soru Tanrısının Tohumu
Yeni Ahit’te “Önce Söz vardı” denir.
Halbuki önce sessizlik vardı ve söz, o sessizlikten neşet etti.
Belki de ilk Tanrı sessizlikti.
Ne bir tapınağı vardı
Ne bir heykeli
Herkes ve her şey
O’nun kucağında büyüdü
Ama kimse farkında bile değildi...
“Müzik, notalar arasındaki Tanrısal boşlukta yankılanır” der S.Bach.
O sessizlikte.
İlk “Neden?” sorulmadığında O vardı.
Sesler daha doğmadan, düşünceler daha oluşmadan.
Ve sessizliğin çocuğuydu aslında Soru Tanrısı
Bir yankıydı
Göçebe Mezarcı yürüdü
Ve ayak izinden bir tohum düştü
Düşer düşmez çatladı o tohum ve yarıldı
Yeni bir Tanrı doğuyordu...
Ömer Tamdoğan

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder