İfşa ve Algı: Sanatın Üçlemesi
Poetik bir deneme
Sanat, bulunduğu bedene sığmayan ve bu yüzden çığlık atan ruhlar içindir.
Sanat, sanat için var olamaz; çünkü o, insan zihninin, insan bilincinin, insan ruhunun anlam denizinde doğan bir mefhumdur.
İnsan yoksa, sanata kim sanat diyecek ki?
Kendini ifşa etmeyen bir ifade, sanat değildir; potansiyel olabilir.
Heidegger’in dediği gibi, “Sanat hakikatin açığa çıkışıdır.”
Her durumda sanat, bir örtüyü kaldırma eylemidir.
Bir şeyin sanat olabilmesi için var olması, form kazanması, ifşa edilmesi gerekir.
Ancak bu da yetmez.
O şeyin bir bilinç tarafından fark edilmesi—görülmesi, duyulması, algılanması—gereklidir.
Varlık, algılayan bir zihinle tamamlanır.
Sanat yalnızca oluşturulan değil, aynı zamanda deneyimlenen bir şeydir.
Sanatın tamamlanması için üç bileşen şarttır:
-
Sanatçı: ifşa eden
-
Eser: ifşa edilen
-
İzleyici: gören, duyan, algılayan
Bir güzellik tek başına sanat olamaz.
Onu sanat yapan, onu gören ve anlam bağlamında değerlendiren bilinçtir.
Peki, görülmek yeter mi? Yorumlamak da gerekir mi?
Burada iki görüş vardır.
İlki minimal görüş. Der ki, sanat görüldüğünde tamamlanır.
Diğeri ise derin görüştür. O da sanatın, izleyicide bir etki yarattığında, düşündürdüğünde, duygulandırdığında ve dönüştürdüğünde tamamlandığını savunur.
Hasılı, sanat, ifşa ile başlar; bakışla bir varlık kazanır ve bilinçle tamamlanır.
Burada tamamlanmaktan kasıt, aslında sanatın bitmesi değil; onun sanat olabilme şartlarını bulması, bir ontolojik yeterlilik eşiğine varmasıdır.
Ömer Tamdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder