Daralan Zamanın Aynasında Rafineleşen İnsan; Hayatına Sahip Çıkmanın Eşiğinde
Yaşımızın ilerlemesiyle zamanımız daralıyor, zamanımız sıkışıyor.
Masadaki kum saatinin sesi duyulmaya başlıyor neredeyse.
Düşen kum tanelerinin titreşimini hissetmeye başlıyor insan. Ve zaman, sessizlik sürecinden çıkıp titreşim halini alıyor artık, her saniyesinde kendini hissettiren.
20'li yaşlarda hiçbir şeyin farkında olmayan insan 30'lu yaşlarda zaman tünelinin başına geldiğini idrak eder. Ama hala, zaman hiç bitmeyecek ve kendisi hiç ölmeyecek düşüncesindedir. Tünelin yolları geniş, ışık bol, alternatifler çoktur onun için.
40'lı yaşlara geldiğinde tünelin ucundaki ışık belirmeye başlar. Birçok insan için bir tehdit olan o ışık, aslında bir pusula, bir uyarıcı işlevi görür.
"Zaman azalmaya, biyolojin kısıtlanmaya başladı. Alacağın kararların bedeli de ağırlaşmaya." der sanki.
Takvim yaprakları aslında bir günü değil bir alanı sembolize eder bu yaşlarda.
20'li ve 30'lu yaşlarda, bir gün geçip de akşam başını yastığa koyduğunda, o günün kâr zarar hesabını yapmazsın çünkü önünde daha çok uzun günler, aylar, yıllar vardır. Takvimden düşen bir yaprak sadece kağıt parçası olarak görülür.
Kırkından sonra aynı gün sonu, alan daralması gibi gelir insana. Bir imkan, bir olasılık, bir enerji, bir pencere kapanmıştır çünkü. Zaman, miktarın değil bir kapasitenin konusudur artık.
Zamanın esnekliği de azalmaya başlar yavaş yavaş. Çünkü 30'unda yaptığın hataların telafisi için geniş hareket alanın ve zamanın olabilir. Ama 40'ından sonra daralmaya başlar bu yelpaze. Bedeli de daha ağır olur haliyle.
Geleceğin daralması değildir sadece koşulları zorlaştıran.
Aynı zamanda geçmişin yoğunlaşması da bir ağırlık oluşturur.
Biriken yaşanmışlıklar, vazgeçişler, seçimler; hepsi bir olup insanın sırtında bir anlam arşivi oluşturur.
Bu nedenle insan 40'ında sonra boş insanlara, boş sohbetlere, boş eylemlere tahammül edemez ve mesafe koyar. Çünkü zaman sadece ileriye doğru değil içeriye de sıkışmıştır.
Tam bu noktada insan yaşamına sahip çıkmaya karar vermelidir ve bunun için ciddi mesai harcamalıdır.
Olumsuz gibi görünen bazı durumların kalan yolculuğumuzda bize sunulan büyük nimetler olduğunu anlamamız gerek.
Hani dedik ya belli bir yaştan sonra zaman kapasitenin konusu halini alır diye. İnsanın bu dönemde rafineleşmesinin biyolojik bir karşılığı da vardır.
Yaş ilerledikçe sadece zaman değil, beynin kendi seçim mekanizması da daralır ve hassaslaşır. Aslında bu noktada saat ilerlemiyor, biz kapasite kaybediyoruz; takvim değil, sinir sistemimiz daralıyor.
Beynimizdeki nöronların yeni deneyimlere, öğrenme süreçlerine ve çevresel değişimlere uyum sağlama kapasitesi olan nöroplastisite, ilerleyen yaşlarda azalmaya başlar. Ama bu korkulacak bir durum değildir.
Çünkü yaşın ilerlemesiyle enerji sınırları daralmaya başlar. Beyinsel kaynaklar daha seçici olur ve plastisite hız değil kalite odaklı çalışma eğilimine girer.
Yani kalite artar hayatınızda. Zihninizi kirleten insanlarla araya mesafe koyar, boş tartışmalardan kaçınır ve kalitesiz ilişkilerden uzak durursunuz.
Yani hayatınıza sahip çıkmaya başlarsınız.
Hayatınıza sahip çıkmak zamanınıza sahip çıkmakla olur. Siz kendi zamanınıza sahip çıkmazsanız başkaları mutlaka bu işi üstlenir. Sonra da o başkalarının taleplerine, gürültüsüne ve kaosuna teslim etmiş olursunuz zamanınızı yani hayatınızı.
Zamanı optimize etmek için enerji hırsızlarından uzak durmak gerekir öncelikle. Boş insanlar, boş sohbetler, sürekli şikayet edenlerden özellikle.
Sonra da kaliteyi ilke haline getirmek çok önemli. Müzikte, düşüncede, diyalogda, insanda...
Kaliteli müzik dinlemek, insanın sinaptik estetiğini güçlendirir. Derin fikirler üzerine tefekkür etmek, beynin prefrontal korteksini güçlendirir. Bu da karar verme, odaklanma, sakinlik ve bilgelik duygusunu artırır.
Sosyal çevrenin daraltılması gibi de algılanabilecek bu durumu ben rafine hale getirmek olarak tanımlıyorum.
Ve hafiflik.
Yaş ilerledikçe insan kalabalıklardan değil ağırlıklardan yorulur. Yükleri hafifletmek hayatı hafifletmek demektir.
Velhasıl kelam, insan, kendini iyi besleyen zihinsel bir ekosistem kurmalı içinde; çünkü insanın yaşamı, en çok beslediği yerde büyür.
Ömer Tamdoğan