ÖMER TAMDOĞAN
7 Eylül 2025 Pazar
3 Eylül 2025 Çarşamba
Herkes Acısını Kendi İç Mimarisinin Diliyle Yaşar
- ayrılıkta gözyaşı üzerine küçük bir deneme -
Herkesin içsel mimarisi farklıdır.
Gözyaşı da duyguların dışa vurum biçimlerinden biridir. Kimi gözyaşıyla rahatlar, kimi sessizlikle çöker, kimi dışarıdan yıkılmaz kale gibi görünür ama içi yerle yeksan olmuştur.
Gözyaşını göstermek bir duygu yoğunluğudur ama göstermemek bu duygunun yokluğu değildir. Ve bazen duyguyu dışa vurmamak onu daha içten, daha yoğun yaşadığın anlamına gelir.
Bu da bir güç gösterimi değil; bir tarz, bir yol meselesidir. İnsanların hisleri kendine özgüdür.
Sevgi gibi yas da kişiseldir.
Maalesef kalbin yükünü gözden düşen bir damla suyla ölçmeye çalışıyoruz hala.
"Gözlerimden yaş dökülmedi ama kalbimin yarısını ona ayırmıştım ben. Gittiğinde sadece onun bedeni gitmedi; içimden o kadar çok şeyler eksildi ki." diyebilir insan.
Ağlamak, ayrılık sonrası sevmenin derinliğinin ya da büyüklüğünün kriteri değildir her zaman.
Bazılarımız gözyaşını dışarı döker bazılarımız ise içine akıtır. Ve bazen içe dökülen gözyaşı çok daha ağır gelir insana.
Çünkü onun şahitleri yoktur.
Hiçbir mendille silinmez ve hiçbir omuza yaslanmaz.
Kendi içine çöker, orada kök salar.
Belki bir gün şarkı olur bir satır da dökülür.
Belki bir gün şiir olur, bu şekilde dışarı akar.
Sevmenin kanıtı sadece gözyaşı değildir ki.
Giden birinin ardından, kalanın içini sızlatan anıların varlığıdır.
Tıpkı bir tohumun toprak altında çatlarken çıkardığı o sessiz çığlık gibi.
Ömer Tamdoğan
30 Ağustos 2025 Cumartesi
Eksiklik boşluk değil, oluşun nefesidir; ötekiyle karşılaştığında anlam yankısını bulur.
İnsan anlamını yalnızca içinden değil, aynı zamanda ötekinden üretir.
Ötekiyle karşılaşmadan, onunla temas kurmadan, bir ilişki tesis etmeden kişi kendi yankısını bulamaz.
Saf içsel bir anlam yoktur.
Bir çakıl taşı yalnızca taştır; ne zaman ki ona bir hatıra, bir sembol, bir metafor yüklersin, o zaman karşılık kazanır.
Öteki olmadan anlam daima eksiktir.
Hücrelerimiz her gün ölür ve yenilenir; ekosistemler dengesizlikle canlı kalır.
Eksiklik devinimi, devinim yaratımı zorunlu kılar.
O, yalnızca boşluk değil, aynı zamanda oluşun da mekânıdır.
Tamamlanma ise çürümenin eşiği.
Ömer Tamdoğan
23 Ağustos 2025 Cumartesi
İfşa ve Algı: Sanatın Üçlemesi
Poetik bir deneme
Sanat, bulunduğu bedene sığmayan ve bu yüzden çığlık atan ruhlar içindir.
Sanat, sanat için var olamaz; çünkü o, insan zihninin, insan bilincinin, insan ruhunun anlam denizinde doğan bir mefhumdur.
İnsan yoksa, sanata kim sanat diyecek ki?
Kendini ifşa etmeyen bir ifade, sanat değildir; potansiyel olabilir.
Heidegger’in dediği gibi, “Sanat hakikatin açığa çıkışıdır.”
Her durumda sanat, bir örtüyü kaldırma eylemidir.
Bir şeyin sanat olabilmesi için var olması, form kazanması, ifşa edilmesi gerekir.
Ancak bu da yetmez.
O şeyin bir bilinç tarafından fark edilmesi—görülmesi, duyulması, algılanması—gereklidir.
Varlık, algılayan bir zihinle tamamlanır.
Sanat yalnızca oluşturulan değil, aynı zamanda deneyimlenen bir şeydir.
Sanatın tamamlanması için üç bileşen şarttır:
-
Sanatçı: ifşa eden
-
Eser: ifşa edilen
-
İzleyici: gören, duyan, algılayan
Bir güzellik tek başına sanat olamaz.
Onu sanat yapan, onu gören ve anlam bağlamında değerlendiren bilinçtir.
Peki, görülmek yeter mi? Yorumlamak da gerekir mi?
Burada iki görüş vardır.
İlki minimal görüş. Der ki, sanat görüldüğünde tamamlanır.
Diğeri ise derin görüştür. O da sanatın, izleyicide bir etki yarattığında, düşündürdüğünde, duygulandırdığında ve dönüştürdüğünde tamamlandığını savunur.
Hasılı, sanat, ifşa ile başlar; bakışla bir varlık kazanır ve bilinçle tamamlanır.
Burada tamamlanmaktan kasıt, aslında sanatın bitmesi değil; onun sanat olabilme şartlarını bulması, bir ontolojik yeterlilik eşiğine varmasıdır.
Ömer Tamdoğan
21 Ağustos 2025 Perşembe
Önsöz
“Hafızanın Coğrafyası – Dört Lirik Durak” ile göçün yalnızca mekânla ilgili bir hareket olmadığını; zamanla, bellekle ve anlamla örülü bir yolculuk olduğunu hatırlatmaya çalıştım.
Bu dört metin, kimi yerde bir deneme, kimi yerde bir aforizma, kimi yerde düşünsel bir tez, kimi yerde ise şiirsel bir çağrı hâlini alıyor.
Bir bütünün parçaları olarak, okuyucuyu içsel bir yolculuğa davet ediyorum elimden geldiğince.
Önce sorularla başlıyor yolculuk; sonra zamanla yüzleşiyor, bilincin çağrısını işitiyor ve en sonunda şiirsel bir göç vaktine varıyor.
Yürümeye devam ediyorum, nefesim yettiğince bu yolculukta…
Umarım yollarımız bir yerlerde kesişir bir gün…
1. Lirik Deneme – Hafızanın Coğrafyası
Yola mı çıkmalıyım, göç mü etmeliyim?
Bir şeyler mi arıyorum, yoksa mecbur muyum, bilmiyorum...
Beni kendine çeken bir yol mu,
yoksa gitmek ve dönmemek mi?
Yüreğimde hiçbir kıpırtı yok.
Lakin suskun da değil; durmadan sorular soruyor.
Bir yanda üzerimde tonlarca yük var gibi hissediyorum.
Diğer yanda, beni olduğum yere bağlayan ip koptu kopacak gibi.
O ip bir kez koparsa, artık ne yola çıkmaktan söz edebilirim ne geri dönmekten.
Göç başlar çünkü.
Öyle ya, yolculukta geriye dönme düşüncesi vardır;
ama göç, dönüşü olmayan gitmedir.
Bir arayış değil, bir mecburiyet.
Yola çıkanın geçtiği yerlerde manzaradan aldığı keyfi göç eden almaz.
Çünkü göç eden, valizine gideceği yerleri değil, ardında bıraktığı hayalleri sığdırmıştır.
Düş kurmaz yola çıkan gibi; kuramaz.
O bir düşten uyanmıştır.
Bulunduğu coğrafyayı değil sadece, hafızasının coğrafyasını da değiştirir insan göç ettiğinde.
Bazı göçler bedenle değil, hafızayla yapılır çünkü.
İçinde olduğu coğrafyayı değiştirdiğinde değil; anlamlarıyla vedalaştığında da göç etmiş olur insan.
Bir evin, bir sokağın, bir ekmeğin kokusuna eşlik eden hatıraların anlamı başka bir iklimde silinmez belki ama başka anlamlara dönüşür.
Çünkü yanında taşıdığı o anlamların geldiği yerde karşılıkları yoktur.
Her şey yabancıdır ve her şeyin içi boştur.
Anlamlar ya anlamsızlaşmıştır ya da acıya dönüşmüştür göç edenin yüreğinde.
Eski haritalarda yönünü bulmaya çalışır,
oysa o haritalar geldiği mekâna ait değildir.
Tıpkı bastığı zeminin, hafızasının coğrafyasına ait olmaması gibi.
Belki de asıl mesele
yola çıkmak ya da göç etmek değil,
hafızanın coğrafyasında kendine bir yer bulabilmek.
Kim bilir?
2. Lirik Fragman – Göç Eden Zaman
Ne giden aynı kalıyor
Ne kalan
Mekân aynı yerde
Göç eden hep zaman
3. Lirik Tez – Göçe Çağrı
Zaman, sadece takvimlerden ibaret değil.
Bilincimizin ritmi de.
Bir düşünce bilinçte doğduğunda,
zamanla birlikte akmaya başlar.
Ve zaman, o düşüncenin koynundadır — iç içe, eş zamanlı.
Bu düşünce bir çağrı olabilir,
bir düş olabilir…
ya da sadece içsel bir kıpırtı.
Ama hareket başlamıştır artık
ve bu hareket, bedene yönelen bir çağrıdır.
Eğer beden bu çağrıya karşılık vermezse,
içsel zamanla dış gerçeklik arasında bir uyumsuzluk başlar.
Zaman gitmeye koyulmuştur,
ama beden aynı mekânda kalmaktadır.
Asıl acı
işte o zaman başlar.
4. Lirik Şiir – Göç Vakti
Kaybolur bazen insan
bildiğini sandığı yerde,
aynaya her baktığında
gördüğü surette.
Hatırlamaz da kimi zaman
aradığının ne olduğunu.
Kendisi midir?
Hakikat midir?
Yoksa birisi midir?
Gitmek ister.
Başka ülkelerde, başka coğrafyalarda
bulabileceğini zanneder.
Bildiğini sandığı yerde
olmamasını
bir türlü açıklayamaz çünkü kendisine.
Ve gider de.
Başka denizlerde, ovalarda arar.
Bulamaz bir türlü.
“Gitmek de çözüm değilmiş,”
diye düşünmeye başlar.
Nasıl bulacaktır aradığı çıkışı?
Ya da onu?
Ya da kendisini?
Sonra fark eder ki,
aradığını bulması için
gitmek yeterli değilmiş.
Göç etmesi gerekirmiş.
Bu, bir yeri
bir toprağı terk etmekle ilgili değil.
Bir düşü, bir hayali, bir özlemi
belki başka bir toprağa
ekmek aslında.
O ektiği yerde
inşa etmeye başlar kendini,
özünü, geleceğini,
belki de kaderini.
Kaybolduğu aynalarda
bulamaz kendini kişi.
Başka aynalar yapmalı kendine,
kendini arayabileceği.
Başka bahçeler derlemeli,
düşlerinin soluk alabileceği.
Başka verandalar inşa etmeli,
üzerinde doğan güne
merhaba diyebileceği.
Yolların da dili var, unutma.
Kulak ver—
bir şey fısıldar sana.
Ağaç değilsin sen.
Köklerin yok.
Kanatların var aslında.
Haydi,
Göç vakti.
Albatroslar gibi—
gidip de
dönmemeli…
15 Ağustos 2025 Cuma
-Tanrı bir cevap iken yıkıcı oluyor. Ne zaman soru halindedir, işte o zaman yapıcı bir hale bürünüyor.
Anlam sabit kaldığında kutsallaşır.
Kutsallaşmasıyla donmaya, mutlaklaşmaya ve zamana dirençli olmaya başlar.
Bu da onu devinimsiz bir konuma oturtur ve dokunulmaz kılar.
Dokunulmaz olan da kendini uzakta konumlandırır.
Halbuki insan yakınlık ister, yakında olmak ister.
Sorması için yaklaşması gerekir.
Yoksa nasıl sesini duyuracaktır ki?
Kutsalın sesini rahatça duyabilir elbet ama kutsala sesini nasıl duyuracak ki uzakta olursa?
Tanrı sabit bir cevapsa insanın yaşamına nasıl dokunacak ki kendi içinde tüketilmiş bir anlam olarak?
Dokunmak bir devinim gerektirir.
O devinimde bir sıcaklık, bir ilişki, bir enformasyon, bir bağ vardır.
Tanrı insana yaklaştıkça tanrılığından bir şey kaybetmez. Oysa kutsal, bir insana yaklaştığında kutsallığını feda eder. Kutsal, dokunulmazlığını kaybettiğinde artık yalnızca deneyimlenen bir varlık hâline gelir.
Soru halindeki Tanrı, insanı sürekli uyanık, diri ve devinim halinde tutar.
Ona kendini buldurur, anlama göç ettirir; bir yerde sabitlemez.
Zamanı geldiğinde değişime zorlar, dönüşüme iter ve hiçbir sabiteye bağlamadan devinime sokar.
Ömer Tamdoğan
14 Ağustos 2025 Perşembe
Bu yolculuğumda bir anlamı başka bir yere taşımaya çalışıyorum ben.
Bir yerden başka bir yere gitmiyorum.
Dışarıdan bakıldığında hamallık gibi görünebilir belki.
Ama değil.
Çünkü hamallar yükü taşır ve bir yere bırakırlar.
Ben ise yükü taşıyorum — ve onunla birlikte dönüşüyorum.
Hatta bir süre sonra, o yük beni taşımaya başlıyor.
Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir metaforu, bir sesi, bir izi alıp yeni bir iklime, yeni bir bağlama, yeni bir coğrafyaya taşıdığımda
yalnızca onu değil, kendimi de dönüştürüyorum.
Bu karşılaşmalardan
bir simbiyotik ilişki doğuyor.
Ve bu ilişkiden
sanat, düşünce, sezgi ve yaratım vücut buluyor.
Velhasıl kelam...
Yaptığım iş, anlam göçebeliği.
Hiçbir durağı sahiplenmeyen, hiçbir durağa sabitlenmeyen,
ama her durağa anlam bırakan bir yolculuk hâli benimkisi.
Bundan sonra uğrayacağım bütün duraklara
şimdiden selam olsun.
Ömer Tamdoğan
Aforizmalarım – Kısa Cümlelerin Uzun Yankıları - I "Hareketsiz duran her şey çürür, kokuşur. Cevapların harap ülkesinde anlam, ne kada...
-
Kimi zaman hiç uyunmamış geceler ertesinde, pazartesiler cuma oluyor, cumalar pazartesi. Aylar geçiyor, değişiyor mevsimler; hiç ya...
-
Bazen tek başıma kalmak istiyorum. Kalıyorum da. Bakanlar yalnız olduğumu sanıp Soruyorlar: “Burada yalnız başına ne yapıyorsun?” ...
-
Acaba diyorum hangimiz deliyiz?? Bu sözleri söyleyen mi gerçekten?